Friday 11 May 2007

8 9 10 11... Mayıslar | Process in progress



Birkaç gündür yazamamamın nedeni yazacak bi’şeyler olmamasından ziyade ne yazacağımı bilememden kaynaklanıyordu. İş üretme sürecine girince yaşadığımız sıkıntılardan kurtulduk nihayetinde. Bir önceki güncükte yazdığım şehirle ilgili çıkarımları en sonunda tek bir noktaya odaklayabildik.

Bu günler içinde Valerie Hanım’la konuştuk bazı bazı zıtlaştık da. Kendisini anlıyoruz, az zaman kaldı ve yapacağımızın ne olduğu henüz belirli olmadığından yönetiminin, varsa tabi, olumsuzluklarını göstermek istemiyordu. Amma velakin biz tartışırken söylediklerimiz üzerinden “bunu şöyle yapın, şunu da böyle kullanın ve belki bunu da alıp buna çevirebilirsiniz” dediği vakit turnikeye çıkan basketçinin yediği bloğu yemiş kadar oluyorduk. Ortak bir noktada buluşmamıza ne kadar uzak ya da yakın olduğumuz belirli değilken birden otoritenin dediğini düşünmeye başlayınca motivasyonumuz ve ilgimiz dağılıyordu. Topladığımız dataların ve kişilerin iyi yönlendirilmesi gerekiyordu.

Burada kendimi sanatsal mecralara, kavramlara o kadar kaptırdım ki yönetici kimliğimi unuttum. Bu önemli bir nokta, çünkü gelip “sahne sanatları yönetimi okuyorum” dediğiniz zaman yönetici olmuş oluyorsunuz. Grup arkadaşlarım ve Valerie Hanım bu işte yönetim eksiği var diyince bir an utandım, dedim hemen toparlamalıyım durumu. Çünkü ben bir sürü yerleştirme düşünüp tavrımın da yerleştirmeden yana olduğumu belirtmiştim. Kendi isteklerimi geri plana çekmeye, grup arkadaşlarımın isteklerini geliştirip ortaklaşa bir projeden tad çıkarmaya baktım. O yerleştirmeler de aklımda duruyor, elbet bir gün farklı bir durumda yapılacaklar.

Herneyse, akşamüzeri atölyeye geldiğimde Juan’ı yalnız yakaladım. Birer kahve alıp konuştuk. Elde avuçta olan çok güzel bir “Lüksemburger” ürünümüz vardı. Bunu nasıl geliştirebileceğimize baktık. Juan işin başından beri bir kitapçık yapmak istiyordu. Bense içine koyacakları görmeden bir yorum yapmamış, olur deyip devam etmiştim. Bizim bu Lüksemburger, işin başında sorduğumuz sorunun cevabı olarak karşımıza geldi.

“Şehir bizden bi’şey mi saklıyor?”

Hayır, şehir para hariç hiç bi’şey saklamıyor!! Bunu söyleyememiştik bir türlü. Emin olmak istemiştik. Gezdik gördük, sorduk soruşturduk sonunda bizim hüsnü kuruntumuza dönüşen sorunun cevabının koca bir hiç olduğunu bulduk.

Elimizde çok temiz bir şehir var. Devletin başındaki parlemento sosyalist, Lüksemburg şehiri ise yeşiller ve bir hristiyan demokrat partinin koalisyonunda. Varolan sistem, sadece yemeklerin pahalılığından koca bir çıkarım yapmadık, sağlam kapitalizm cici liberalizm. 2007 aktivitelerine bakıyordum daha dün akşam. Nerede hangi konser var, nerede en dandirik stand-up şovu var ama kimi yerde harika sanat galerileri var; istisnasız herşey Avrupa Kültür başkenti mavi geyiğinin logosunu taşıyor. Şehirin ufaklığına sığan bu kadar çok aktivite insanın başını döndürse de izlemeye gittiğimiz çoğu aktivite yapmışlar demekten öteye geçirmedi bizi. Bunu öyle düşünmeden de değil, ciddi ciddi anlamaya çalıştıktan sonra söyledik.

Tüm bunlardan ve 7 mayıs başlıklı yazımda açıkladığım çıkarımlarımızdan sonra, biz de şehirin tadını anlatacak bu Lüksemburger’i yapmaya karar verdik. Enine üç parçaya ayrılacak bir kitapçık ( yerel, küresel, Avrupa ) güzel görünümünün altında anektodlar içerecek. Fast-food’çuların sandviç koyduğu kutulardan tasarlıyoruz. Kutuları bastırdıktan sonra buradaki yerel bir restoranla anlaşıp bizim için 2 euro’dan ( normalde 3,5 – 4 euro arası bu meretler ) hazırlayıp satışa çıkarmasını isteyeceğiz. Kitapçığımızı da duraklar, garlar ve insan tarlası olabilen her yere bırakacağız. Planımız budur. Valerie Hanım ile Talia Hanım’lara söyleyecek bi’şey bırakmamayı düşünüyoruz. Hadi hayırlısı.

No comments: